Var’lar.

Bir hisler var, bir hisler.. Boğazımı sıkan, prangalarımı sıkan.

Bir düşünceler var, bir düşünceler.. Kalbimi sıkıştıran, ölüme ramak kala bırakan.

Bir aşk var, bir aşk.. Evimin içinde mutluluğuma mutluluk katan, duygularının dikenleri tellerinde kanaya kanaya huzursuzlukla dolduran.

Bir güvensizlik var, bir güven var. İki arada bir derede arafta kalmış şeylerim var. Şeyler işte.

Öyle, böyle şeylerim var. Gidip gelen aklım, iki güzel çocuğum, güvenim, güvensizliğim, mutluluğum, huzurum, huzursuzluğum, çılgın kalp atışlarım var.

Aklımda da karışıklıklar var.

Uzun zaman sonra buraya düşen bir yolum var.

“Bir Kere Dirilmedim”

Küllerimden yeniden doğmam gerekirken, küllerimden yeniden yeniden yanıyorum.
Yanıyor yanıyor, kül oluyorum ve yeniden yanıyorum.

İçimde sana söndüremediğim yangınım var. Hayalin kor olup yeniden tutuşturuyor yangınımı. Gençliğimi yakıyor, beni yakıyor. Korsun sen.

Bir sene daha deviriyoruz her an yeniden alevlenen yangınımla. Seninle. Sensizlikle. Bir seneyi daha doldurmaya çok gibi görünen ama göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman kaldı.

sen yokken yanımda

bin kere öldüm de bir kere dirilmedim ki

unuttum çoktan beri unutmayı

her nefes her soluk hatırlatır

yazmak istesem de elim varmaz

sensizliği ezberledim satır satır

ah bomboş odam kalabalık yalnızlığım

yabancı değil içimden her biri

dert yanarken çatlamış duvarlara

kendim kadar derinini bulamadım

sen giderken durdu dünya

dönmüyor hala

görmedin mi hissedemedin mi ?

sen yokken yanımda

bin kere öldüm de bir kere dirilmedim ki

ah görmedin mi hissedemedin mi?

Yakınına geleceğim zaman susmaksızın öteceğim. Yangın alarmı gibi. İtfaiyeler yetmeyecek bana. Koşturacak insanlar acıma kova kova su taşımak için. Bir sen vefasızlığınla izleyeceksin belki de uzaktan. Ya da yine habersiz geçip gideceksin yanımdan. Görmeyeceksin. Hissedemeyeceksin alevimin sıcaklığını.

Bir kere bile hissedemedin mi? Göremedin mi?

Bin kere öleceğim yine, bir kere olsun dirilmeyeceğim.

Tecrübelendik.

“Üşüyorum” dedim. Horultunun ardında duydun fısıltımı. Çırılçıplaktık, daha da sıkı sarıldın bana. Üşüyordum. Bunu tekrar söyleyince içeri, yatak odasına götürdün beni.

Ben yine üşüdüm. Kasım ayı Antalya soğuk olmaz ama o gece soğuktu işte.

“Üşüyorum” dedim. İnce pikeyi ve kollarını daha da sardın bana. Bir süre sonra, uyumuşum dönüşüne uyandım, sırtını döndün bana. “Sarılsana bana” dedin. Sımsıkı sarıldım sana.

“Camı sen mi açtın?” dedin. Hayır ben açmamıştım. İkimiz de kalkıp kapatmadık o camı. Hastaydın sen. Pişmanım, o camı kapatmadım.

Sonra yakıcı bir sıcağa açtım gözlerimi. Gece üşüyen ben değilmişim sanki. Sen yine çırılçıplak uyudun. Pişmanım, üstüne bir örtü örtemedim.

Sonraki gece daha tecrübeliydik.
Sarıldık.
Üstümüz örtülü.
İç çamaşırlarımız üstümüzde.
Ve cam kapalı.

Bak Şuralarım Hep Yeni Bir Paragraf.

Birkaç zamandır çoğu şeyi öteliyorum. Çamaşır yıkamayı, banyonun fayanslarını silmeyi, perde yıkamayı, kışlıkları ve yazılıkları ayıklayıp düzenlemeyi, karmakarışık olan kütüphanemi daha düzenli bir şekilde düzenlemeyi. Somut olan her şeyi gözardı edip üstünü örtüyorum ve gözümün önünde olmalarına rağmen görmemezlikten gelerek öteliyorum. Bir tek şu içimdeki hisleri öteleyemiyorum.

Bu aralar tükenmişliğim yeniden çiçeklendi içimde. Sürekli olmak üzere en ufak şeyde zırıldayarak ağlamaya başlıyorum ve kendimi odama kapatıp, yorganı kulaklarıma kadar çekip gözlerimin hemen karşısına denk gelen kaloriferi izlemeye dalıyorum. Bomboş bir aktivite yani. İşsizlik illeti damarlarımda gezinirken kaşındırıyor beni, aşk kanseri kalbimi zaten esir almış avucunun içine sıkıştırıyor her gün her gece. ”Şimdi ben nasıl çıkayım” diyorum kendi kendime. Al ayak bileklerimi sıkıştır bu bataklıkta hiç nefes alamayacak hale geleyim diyorum ama insaflı galiba, belli bir seviyede bırakıyor şimdilik. Tek umudum daha aşağıya çekmeden kurtarırım bu sefer. 1 ay idare etse yeter, bir rahat nefes alırım belki.

Bak yine bir paragraf başım sana çıktı. Mutlu musun? Mutlusundur tabi. Hiçbir zaman mutsuz ol istemedim ama sen hep benim mutsuzluğıumdan beslendin. Gülüyorsundur bir köşede, bak nasıl mutsuzluğa terk ettim ben mutluyum” diye. Sen böyle vicdansız bir insansın, beklerim.

Ben bir evin içinde paramparça edildim. Ben bir koltuğun üstünde çırılçıplak bırakılıp, sert bir kaya gibi asla yüzüme bakmayan bir sırta yenildim. Sorgulayamıyorum artık. Tüm sorgu stillerini denedim şu kesmek istediğim kafamın içinde. Bittim ben.

Çıplak sırtının mahkumu kalbimi aldım elime, çıktım o evden. Biliyordum işte! Farkındalığım birkaç gün önce geldi, oysa ki tam 1 ay geçti üzerinden. Biliyordum ben, son birlikteliğimizdi o gece! Kalamadım, bekleyemedim. Yapamadım. Ama pişman değilim, içime çektim seni uzunca. Baktım bu sefer gözlerine korkusuzca ve utanmadan. İçimden geldiği gibi baktım o gözlerine, öptüm seni, çektim içime.

Bitti işte. Ne geri alabilirim geçmişi, ne geleceğe seni koyabilirim yeni sahnelerle. Elimden gelen sadece eski anıları film şeridi olmadan tekrar sar başa yapıp geçirmek gözlerimin önünden. Ne bir eksik ne bir fazla, yemin ederim sana her sahne aklımda öyle bir oynuyor ki utanır o gecenin gerçekliği benden.

Ben sana karşı olan tüm iyimserliğimi kaybettim. Ben kendime karşı olan iyimserliğimi de kaybettim. Düşe düşe ne hal bıraktım kendimde, ne sağlam yer bıraktım zeminde.

Bazen bağladığım arabesk beni bile boğuyor, affedin. Dedim ya bu ara tükenmişliğim beni öyle bir ağına sardı ki, yine mahvettim kurduğum o düzeni.

Çok konuştum. Biraz da sonra konuşurum.

Son sürat sana doğru koşarken beni vurdular / Sen vurdun demiyorum ama beni vurdular

benim de bu kadarcık kurşundan geçmeyen bir yaram olsun.

Kendimi ne denli yorgun hissettiğimi bilemezsiniz. Bu yeni bir hayata başlama fikri düşündüğüm gibi ilerlemiyor. Hiçbir zaman düşündüğüm gibi ilerlemez bir çok şey, alışkınız.

Ani ruh hali değişimlerinden anlar mısınız? Bir an çok mutlu olup, bir an çok üzgün olmayı..

Sana gelen yolun karşısında elinde silah birisi beni bekliyordu,

Vurulmadan hemen önce gözlerim çok seçemedi, sen miydin iddia edemiyorum;

bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler…
büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun?
çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun onlar zaten ölüler
çiçekleri canlanmış buluyorsun ki vallahi canlılar
ara vermeden solan renklerin arasında
benim giderek daha da kırmızı olan bir kırmızım var
senin de olsun!
son sürat sana doğru koşarken beni vurdular
sen vurdun demiyorum ama beni vurdular
benim de bu kadarcık kurşundan geçmeyen bir yaram olsun.

-Alper Gencer